6 Mayıs 2014 Salı

YENİ TİPOGRAFİ -EDWARD JOHNSTON-RAİLWAY TYPE

                            YENİ TİPOGRAFİ


Yeni tipografi; hareketinin temelini netlik kavramı oluşturmaktadır. Eski tipografik anlayış bir eksen etrafında nesnelerin rastgele belirlenmesi ilkesine dayalıydı. Bu rastlantısallığa karsı olan yeni tipografinin hedefi, mutlak güzellik olarak gördükleri netliktir. Modern sanat hareketlerinin dışına çıkarak üretim gösteren bazı sanatçılar ‘Yeni Tipografi’ anlayışı çerçevesinde üretim göstermişlerdir.
“Eksen temelli düzenlemelerin yanı sıra sahte Konstrüktivistlerinkiler gibi
birçok ön yargılı fikir de Yeni Tipografi ile taban tabana zıttır. Tipografi alanında ön
yargılı olarak oluşan her fikir tüm alanlarda olduğu gibi burada da yanlıştır. Yeni
Tipografi, metnin işlevinden yola çıkarak görünür bir biçim yaratma noktasında eskiden ayrılır. Basılı olan her türlü içeriği saf ve doğrudan bir ifade vermek esastır: Adeta teknoloji ve tabiat olduğu gibi, “biçim” işlevden yola çıkılarak oluşmalıdır. Ancak o zaman modern insanın ruhunu ifade eden bir tipografiye erişilebilir. Basılı metnin işlevi, iletişim, vurgu (kelime değeri) ve içeriğin mantıklı bir dizilişidir” (Arsmtrong, 2010, s.36).
1214Yeni Tipografinin özgür temsilcilerinden olan Jan Tschichold’a göre “yeni tipografi yönteminin temelleri, amacın net biçimde gerçekleştirilmesi ve buna erişmenin en iyi yolu üzerine kuruludur.

Modern yasamın bir ifade biçim olan ‘Yeni Tipografi’yi vurgulayan en belirgin
özelliği asimetrik olmasıdır. Tipografi, tasarımda esneklik sağlasa da sabit olan kuralların asla yer değiştirmesine izin vermeyen yeni, net ve kararlı olma biçimini tek bir temel yapı altında toplayacaktır.
Eski tipografi anlayışı bütün bu kuralları bozarak, form ve biçimlerin tek bir eksen
etrafında toplanmasına olanak veren ya da vermeyen ögelerle izin vermekteydi. Gerçeklesen yeni anlayışa göre süsleme arzusu, abartıdan uzak tutularak, yalnızca modern yasamın bir parçası biçiminde kullanılması yeni tipografinin özünü yansıtmaktadır
Yeni Tiporafik anlayış ekseninde Henryk Berlewi “Mekanik Konstrüktivizm” adını verdiği grafik tasarımını üç boyutlulukla ilişkilendirerek mekanik ve yapısal soyutlamaya ait kompozisyonlar kurgulamıştır.
1516

Henryk Berlewi, ‘Sayfa Tasarımı’1924


                                                                                                                                                               Paul Schuitema, ‘İlan Tasarımı’ 1927    

                             EDWARD JOHNSTON

Johnston doğdu San José, Uruguay . Babası, Fowell Buxton Johnston (1839 doğumlu) bir subaydı 3 Dragoon Muhafızları ve İskoç MP genç oğlu Andrew Johnston ve ikinci eşi, kölelik karşıtı Priscilla Buxton , kızı Sir Thomas Fowell Buxton, 1 baronet . Johnston amcası (babasının ağabeyi), ayrıca Andrew Johnston , 1860'larda Essex milletvekili oldu.
Aile babası iş arayan ile., 1875 yılında İngiltere'ye döndü, ve hasta annesi, Johnston bir halası tarafından yetiştirildi. O evde eğitim ve matematik, teknoloji ve ışıklı el yazmaları yaratıyor zevk. Annesi 1891 yılında öldü ve o bir amca için çalışmaya başladı. O da tıp eğitimi biraz zaman geçirdim Edinburgh Üniversitesi'nden ama dersi tamamlamak vermedi.
Annesinin ölümünden sonra, babasının bir kız kardeşi, yeniden evlenmiş olan Robert Chalmers, 1 Baron Chalmers . Birinci Dünya Savaşı'nda Kraliyet Uçan Kolordu görev yaparken yaptığı uçak düştü zaman Johnston üvey kardeşi Andrew Johnston (1897-1917), öldürüldü.Mimar tarafından yazmaların yayınlanan kopyalarını okuduktan sonra William Harrison Cowlishaw , ve bir el kitabı Edward F. Strange , o daha sonra 1898 yılında Cowlishaw ile tanıştı ve William Lethaby , anapara Sanat ve El Sanatları Merkez Okulu . Lethaby de yazıları okumak için onu tavsiye British Museum , geniş kenarlı bir kalem kullanarak onun harfleri yapmak için Johnston teşvik. Lethaby da yazı öğretmek Johnston yapan, ve o da Orta Okulu'nda öğretime başlamıştır Southampton Row o yazı tasarımcı ve heykeltıraş etkilemiş nerede Eylül 1899, Londra, Eric Gill . 1901 aynı zamanda bir sınıf öğretti Royal College of Art ve birçok öğrenci onun öğretilerinden ilham edildi.
O bir el kitabı yayınladı Yazma ve aydınlatıcı, ve Harfler O 1920'lerde ikinci bir kitap başladı. 1906 yılında fakat ölümüne de bitmemiş. 1913 yılında, Frank Pick Londra Metrosu için bir yazı tasarımı onu görevlendirmiş ve basit ve net sans-serif Johnston yazı sonucudur.
O da modern sanatının canlandırılması için kredi olmuştur hattatlık ve onun kitap ve öğretileri ile tek başına harfler. Johnston ayrıca sadece bugün bilinen geniş bir kalem ile yazılmış, yuvarlak kaligrafik el yazısı stili hazırlanmış icat temel elden (geliştirildi Johnston aslında eğimli bir kalem el dediği, Roma ve yarı-Uncial formlar). O da dahil olmak üzere İngiliz Matbaacılar ve hattatların, bir nesil etkili oldu Graily Hewitt , Irene Wellington , Harold Curwen ve Stanley Morison , Alfred Fairbank ve Eric Gill . Ayrıca, Almanya'da Roma harfleri Gotik geçişi etkilemiş, ve Anna Simons bir öğrenci oldu. O da 1912 yılında Dresden'de dersi verdi. 1921 yılında, Johnston öğrencileri kurulan Din bilginlerinin ve Illuminators Cemiyeti muhtemelen dünyanın önde gelen hat toplumu (SGK),.




                                    RAİLWAY TYPE

Yazı özellikleri mektubu mükemmel daire olan O ve üzeri bir çapraz kare noktanın kullanımı, küçük harf i ve j için ve tam durağı . Virgül ,kesme işaretleri ve diğer noktalama işaretleri de çapraz kare nokta dayanmaktadır. Yazı biçiminin başkentleri dayanmaktadır Roman kare başkentleri ve küçük harf hümanist üzerinde ufacık , onbeşinci yüzyılda İtalya'da kullanımda el yazısı. Bu, bazen olarak bilinen önceden kullanılan sans serif, çeşitleri ile bir mola işaretlenmiş grotesk squarer şekilleri var eğiliminde.
Dosya: JohnstonSansPrintingBlocks.JPG
Yazı tarafından 1913 yılında yaptırılmıştır Frank balya , Ticari Müdürü Londra Metrosu Elektrik Demiryolları Şirketi (ayrıca 'Yeraltı Grubu' olarak da bilinir), şirketin güçlendirmek için yaptığı planın bir parçası olarak kurumsal kimlik , ve 1916 yılında tanıttı.  o Yeraltı Grubu'nun posterleri reklam için yanlış olmaz sağlayacak bir yazı istediğini Johnston belirtilen seçin; o. "en iyi dönemlerinden otantik harflerin cesur basitlik" ve "yirminci yüzyıla açıkça" ait olmalıdır . 1933 yılında, Metro Grubu tarafından emildiğini Londra Yolcu Taşımacılığı Yönetim Kurulu ve yazı parçası olarak kabul edilmiştir of London Transport marka.
Font ailesi aslen Yeraltı denirdi. Bu Johnston Demiryolu Tip olarak tanındı ve daha sonra sadece Johnston. Bu iki ağırlıkları, ağır ve sıradan geliyor. Ağır küçük harf içermiyor.Johnston yazı tarafından 1979 yılında yeniden tasarlandı Eiichi Kono at Bankalar & Miles üretmek için yeni Johnston ; Orijinal yazı bu varyant şu anda tabela Londra Metrosu tarafından kullanılır. Yeni yazı orijinalinden biraz daha ağır veya cesur olup, üst ve alt çıkıntılar daha büyük 'x' height göreceli. Noktalama işaretleri şimdi elmas maç için stilize zerreJohnston orijinal tasarımından farklı. Yeni aile Kalın, Orta, Hafif ağırlıklar ile birlikte geliyor. Yeni yazı eski yazı yerini aldı.
2002 yılında yazı başka iki ağırlıkları, Kitap ve Kalın Kitap eklenmesiyle, Agfa Monotype Corporation tarafından Transport for London adına sayısal ve hem de italik varyantları gelen edildi. Revize yazı tipi ailesi - Piyasada mevcut değil - 'Yeni Johnston Tfl' olarak bilinir.
Transport for London rakamı '1 serif kaldırıldı 've aynı zamanda '4 değiştirilemez' orijinal görünümünü bu dönmeyi her iki durumda da, ne zaman bir başka değişiklik, 2008 yılında meydana geldi.

18 Mart 2014 Salı

DADAİZM VE MARCHEL DUCHAMP

DADAİZM

DadaDadaizm veya Dadacılık I. Dünya Savaşı yıllarında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir.
Jean ArpRichard HülsenbeckTristan TzaraJacques MagnificoMarcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı kafede toplandı. Dada bildirisi de burada açıklandı.


Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca ’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe Karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini,pisliğini,iğrençliğini,berbatlığını,rezaletliğini vurguluyorlardı.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre BretonLouis AragonPhilippe SoupaultPaul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı "De Litterature" (dö Literatür)'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe (sürrealizm) yöneldi.

MARCHEL DUCHAMP

Marcel Duchamp (* 28 Temmuz 1887 Blainville-Crevon ; † 2 Ekim 1968 Neuilly-sur-Seine) Fransız/Amerikalı sanatçı. Asıl adı Henri-Robert-Marcel Duchamp'dırYirminci yüzyılda Avrupa ve Kuzey Amerika'nın en önemli sanatçılarından olmuş, II. Dünya Savaşı sonrası Amerika'da pop sanatı vekavramsal sanat akımlarının temellerinin atılmasında etkili olmuştur.
Duchamp'ın ilk eserleri post-izlenimci üslubunda olmuşsa da daha sonra en etkili Dada sanatçısı olmuştur. Académie Julian okulundan gelip etkisini günümüzün çağdaş sanatçılarına kadar sürdürmüştür. Siyasal görüş olarak bireyci anarşist olarak tanımlanabilir, I. Dünya Savaşı'na karşı çıkıp ABD'ye yerleşmiştir. Max Stirner'in görüşlerinden etkilenmiş, bu fikirleri kendi sanatsal ve bireysel gelişimi için birer dönüş noktası olarak kabul etmiştir.
1. Dünya Savaşı öncesinde birçok sanatçının eserini "retinal" yani sadece göze hitap eder bulmuş ve bunun yerine sanatı "yeniden zihnin hizmetine sunmak gerektiğini" söylemiştir. Doğal olarak Duchamp'ın tabu deviren tarzı, Dada hareketinin ilgisini çekmiştir.Geleneksel ve kabul gören sanat üretim yöntemlerini ironi ve yergi eşliğinde yıkmak Duchamp'ın kariyerinin ana fikirlerinden olmuştur. En çarpıcı ve ikonoklastik üretimi ise diğer sanatçılara en fazla ilham vermiş olan buluntu nesnelerdir.
1913'te ortaya koyduğu ilk hazır nesne olan Bisiklet tekerleği ile birlikte Duchamp sanatsal yeteneğin antitezi olan bir yaratıcı sürece girmiştir. Kendisini geleneksel resimden uzak tutmaya ve sanat eserinin kavramsal değerinin ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Nesne sanat eseri olur, çünkü sanatçı onu o şekilde tasarlamıştır.
Duchamp'ın diğer belki de en ünlü hazır nesnesi başaşağı duran bir pisuar olan "Çeşme"'dir. Bu çalışma halkın beğenisinin ve sanatsal tekniklerin sınırlarını zorlamıştır.Duchamp'ın parodilerinden birisi, bir Mona Lisa reprodüksiyonu üzerine çizdiği sakal ve bıyıktır. Marcel Duchamp, şişe rafı ya da kar küreği gibi seri üretim ürünlerini heykel olarak sergileyerek "yüksek sanat", "kültür" ve pazardaki ürünler hakkındaki geleneksel düşünce ve kanıları hedef almıştır. Görsel parodilerini eserlerine verdiği isimlerle de güçlendirir: Çeşme isimli eserini "R. Mutt" (Bir yandan Amerikalı sanatçı tarafından yapılmış izlenimi verirken bir yandan da Almancadaki Armut - fakirlik kelimesinin anlamını da kullanarak) olarak imzalaması, üzerine sakal çizdiği Mona Lisa'yı (Fransızca "elle a chaud au cul" olarak okunup "kızın kalçaları yakıcı" olarak tercüme edilebilecek) L.H.O.O.Q. olarak adlandırması gibi..

31 Aralık 2013 Salı

EKSPRESYONİST SANAT VE EDWARD MUNCH

                             

                            EKSPRESYONİST SANAT


Ekspresyonizm, (Dışavurumculuk) 20. yüzyılın ilk yıllarında, izlenimciliğe tepki olarak doğan bir sanat akımıdır. Romantizmin bir başka şekli olan anlatımcılık, dış dünyanın İnsan üzerindeki etkisini belirtmeyi bir yana bırakır, gerçekçi görüşün yerine, sanatçının kendine özgü görüşü üzerinde durur.
1900-1935 yılları arasında gelişen akım doğayı ve toplumu nesnel bir bakış açısıyla betimlemeye karşı çıkarak, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunmuştur. Özellikle Almanya'da sanat dallarının hepsinde etkili olan akım hem sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Ekspresyonistler ordu, okul, ataerkil aile ve imparatorluk gibi kurumların yerleşik otoritesine karşı çıkarak, toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, akıl hastalarının, sokak kadınlarının ve eziyet edilen gençlerin yanında yer almışlardır.Akım, özellikle yaratıcı, yetenekli sanatçılara yeni bir düzenin ve yeni bir insanın yaratılmasında öncülük yapma gibi ince bir görev yüklemiştir. Eski dönemlere ait sanat ürünlerinde, nahif ve ilkel sanatta ve çocuk resimlerinde ilk belirtileri görülen, dışavurumculuk; en yetkin ve güçlü anlatıma görsel sanatlarda kavuşmuştur. Çizgi ve renk doğadan bağımsız kılınarak duygusal tepkileri yansıtmak amacıyla olabildiğince özgür bir biçimde kullanılmıştır. Kalın boya hamuru, yoğun renk, karşıt değerler ve biçimleri bozma (deformasyon) dışavurumculuğun en tipik özellikleridir.
Vincent van Gogh'un resimle birlikte duygularını da anlatması nedeniyle bu hareketin öncüsü kabul edilir. 
 Vincent van Gogh'un kendi odasını resmettiği tablo

Empresyonizm, Kübizm, Fütürizm gibi akımlar, her biri başka açılardan birer dünya görüşünü ifade­ledikleri halde, asıl anlamları getirdikleri teknik ye­niliklerde idi. Oysa Ekspresyonizm, belli bir tekniği değil, özellikle kuzey memleketler sanatçılarına has bir tutumu ifade eder.
Ekspresyonizm resimde lirik, coşkun, kâh karikatürsel olacak kadar eğrilip bükülmüş formların, kâh dramatik bir havaya büründürülmüş bir atmosferin resim plânına geçişidir. Ekspresyonizm için her ko­nu, her tema başlı başına, "egosantrik" bir anlam ta­şır. Bu akım ötekiler gibi form, biçim güzelliğini ko­valamaz ve tablonun renkleri ile çizgileri arasında gö­ze uygun görünecek bir denklik, bir düzen bulma amacını gütmez. Plastik güzellik, bütünlük Ekspres­yonistler için bir son, bir finalite değildir. Önemli olan, konuyu, kıvrak, sinirli, biçimleri tırmalayan, sanki anatomi masasında bir bir deşen çizgilerle, disiplinsiz fırça vuruşlarıyla canlandırılan sert, çiğ, yüksek perdelerde haykıran renkleri barıştırmaktır. Bu bakımdan, yukarda da belirttiğimiz gibi. Eks­presyonizm, plastik olmaktan fazla karikatüral bir akım olmuştu. Ama bu karikatüral mübalâğa, gül­dürücü olmaktan uzak, aksine, çok kere trajik, dra­matik idi. Ekspresyonistler kadın vücudunu pervasız­ca çirkinleştiriyor, insan yüzlerini korkunç, iğrenç ifadeli karnaval maskeleri haline getiriyorlardı. Bu bakımdan Ekspresyonizmi Sürrealizmin korkulu rü­yalarına yaklaştırmak mümkündür.
Ekspresyonizmin temelini atan Norveçli ressam Edward Münch'dür. Kierkegaard'ın mariz felsefesine tutkun Münch, 1892 de Berlin'de açtığı bir sergi ile devrin donmuş, akademikleşmiş havasını birdenbire karıştırmıştı. Münch korkulu rüyaları, gece yanla­rında haykıran kadın figürlerini, yalnızlığı, ölümü, sonsuzluğa uzanan ıssız yolları, insanlığın acı duygu­larını tablolarında, çok mariz bir şairanelikle, canlandırıyordu. Yunan - Roma sanatının artık donuklaşmış formüllerini tekrarlayan Kuzey Avrupa çevreleri Münch'ün resim sanatına getirdiği bu bambaşka ha­va karşısında sarsılmışlardı.
Bu sarsılış, özellikle Almanya, Skandinavya, Hol­landa, Belçika gibi memleketler sanatçılarına bir ye­niden doğuş, bir Rönesans etkisini verdi. Münch'ün önderliği altında yavaş yavaş gelişen Ekspresyonizm, Kuzey Avrupa sanatının belli başlı bir akımı oldu.
Daha sonraları, Sigmund Freud’un psikanaliz üstüne araştırmaları Ekspresyonistlere etki alanlarını daha da genişletme imkânını sağladı. Freud insan ruhunun derinliklerini, seksüel komplekslerini deş­mek istiyordu. Buna paralel bir araştırma resimde mümkün olmamakla beraber Ekspresyonizm, figür­lere, yüzlere verdiği korkunç, endişeli, çalkantılı -obsessionel- ifadelerle kendine göre psikanalizdik bir ka­rakter veriyordu. Avusturyalı Oscar Kokoschka'nın tablolarında canlandırdığı yeşil yüzlü garip, çok kere korkunç figürler Freudizm'in sanat planındaki en il­ginç örnekleridir.

1928 de Meksika'da başlayan ve günümüze kadar bir çok değerli ressam yetiştiren Meksika ekolünün belli başlı temsilcilerini birer Ekspresyonist olarak ele alabiliriz. Diegog, Rivera, Oroszco, Siqueros, Ruffino Tamayo gibi Meksikalılar, Brezilyalı Segal, Portinari halk kitlelerinin sevgilerini, acılarını, ölümle pençeleşmesini dile getirdiler.
Belçika'da Permeke, Gustave de Smet, Van der Berghe, James Ensor, Almanya'da Emil Nolde, Kirchner, Georges Grosz, Max Beckmann, Hollanda'da Sluyters, Charley, Toorop, Fransa'da Gromaire, Soutine, Georges Rouault bu akımın belli başlı temsilci­leridir.
 Boyuna görüş, üslûp, teknik değiştiren Pablo Picasso bazı büyük kompozisyonlarında kudretli bir Ekspresyonist olmuştur. Picasso'nun bu stilde vücuda getirdiği en dikkate değer eseri büyük "Guernica" kompozisyonudur. İspanyol sivil savaşının bar­barlığını, yırtılıcılığını bu büyük pentüründe dile getiren Picasso Ekspresyonist akımının şaheserini sa­nat tarihine mal etmiştir.

                                             

                                            EDWARD MUNCH

Norveç’in kültürel ve siyasal yaşamına büyük katkıları olanDr.Christian Munch ve Laura Cathrine’in oğlu olan Edward, 1863yılında Löten’de doğdu.
Annesi 1868 yılında verem hastalığından hayatını kaybetti.Ardından1877 yılında kız kardeşi Sophie’yi de aynı hastalıktan kaybeden Edward çocukluğunda ve gençlik yıllarında yaşadığı bu ölüm korkusundan hayatı boyunca kurtulamadı.
Daha çocuk yaşlarda resme yatkın olduğu anlaşılan Munch resim eğitimi görmedi.1879’da başladığı mühendislik eğitimini, 1880’de bırakarak ressam olmaya karar verdi.
Oslo’da akademiye girdi ve 1883’de Oslo Sonbahar Sergisi’nde ilk olarak resimleri sergilendi.Henüz 23 yaşındayken Oslo’da 110 eserden oluşan ilk kişisel sergisini açtı.1889 yılında devlet bursuyla,Paris’deki Leon Donnat’ın sanat okuluna girdi.
1892’de Berlinli Sanatçılar Birliği’nden aldığı davetle Almanya’da 45 yapıtını sergiledi.1908’deki ruhsal bunalımı ile Berlin’deki ilk sergisi arasında geçen 16 yıl Munch’un sanat yaşamındaki en önemli dönemdi.Bu dönemde yaşadığı yoğun ve tutkulu duygularının acısını ve bunaltılarını çizgisel bir üslupla işledi.
Ünlü resmi olan “Çığlık” (1893) modern insanın ruhsal acılarının simgesi haline geldi.Kullanılan renkler ve deformasyonun bir ifade aracı olarak böylesine yoğun şekilde kullanıldığı ilk modern başyapıt olma özelliğini kazandı.

1909’da sinirsel depresyon nedeniyle kliniğe yatırılan Munch sonunda Oslo Fjod’u ’de yerleşti.
1930’da göz hastalığı nedeniyle çalışmaları yavaşladı.Fakat hem Jugendstil sanatçıları hem de Ekspresyonistler tarafından bir usta olarak kabul edilen Munch, sürrealistler tarafından da onurlandırılarak sergilerine alındı.

“Doğa’nın büyük Çığlığı’na karşı duyarlı oluşu ve en büyük acı ifadelerini kullanması Munch’un ateşli bir aşkla aydınlanan bir tür karanlığı işlemesine engel olmadı” ve 1944 yılında Norveç Ekely’de hayatını kaybetti.
Önemli eserleri:Hasta Çocuk(1886), Ölüm Odası(1892), Ölüm Döşeği(1895), Ölü Anne(1899), Çığlık (1893), Elem (1896), Erkek ve Kadın(1898), Öpücük (1897), Hayat Dansı(1897-99)


18 Aralık 2013 Çarşamba

Emevi,Abbasi Sanatı ve Samara Cami

EMEVİ SANATI

Emevî sanatı, özellikle mimarlık alanında gelişmişti. Emevî döneminden günümüze pek çok cami, saray, kale gibi yapılar kalmıştır. Emevî sanatı;Yunan, Bizans, İran’daki Sasani sanatından etkilenmiştir.

 Velid döneminde (705-715Şam'da yaptırılan Emevîye Camisi (ya da Ümeyye Camisi), Emevî mimarlığının karakteristik özelliklerini taşır. Dikdörtgen planlı cami, eski bir Roma tapınağının temeli üzerinde yükselir. Yapı, dört büyük ayağın taşıdığı dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür. Caminin kare planlı üç minaresi vardır. Avlusunu üç yandan iki katlı revaklarla çevrilidir. Emevîye Camisi, günümüze pek az örneği kalan zengin mozaik bezemeleriyle de dikkati çeker. Bu bezemelerde Yunan ve Bizans etkileri açıkça görülür. Kudüs'te sekiz köşeli Kubbetü's-Sahra da (ya da Ömer Camisi) Emevî mimarisinin önemli bir örneğidir. Emevîlere karşı ayaklanan Abdullah bin Zübeyr Mekke'yi ele geçirince, Halife Abdülmelik Muhammed'in namaz kılmış olduğu yerde, Müslümanların hac ödevini yerine getirmeleri için bu camiyi yaptırmıştır. Gene Abdülmelik döneminde Kudüs'te yapılan Mescid-i Aksa büyüklüğüyle dikkat çeker.



Emevîlerin Suriye çöllerinde yaptırdıkları saray, köşk,

kale gibi yapılardan günümüze çok azı ulaşmıştır. Lût Gölü'nün kuzey ucundaki Kuseyr Amra Köşkü, çevresi geniş surla çevrili bir alandadır ve salon ile hamamdan oluşur. Salonun duvarlarının Emevîlerin askeri zaferlerini betimleyen resimlerle kaplı olması dikkat çekicidir. Bu resimlerde de Yunan ve İran etkisi görülür. Emevî sanatının bir özelliği de, duvar yüzeylerini hiç boş yer bırakmaksızın bezemekti. Şam'ın 200 km güneyinde kurulmuş tipik bir çöl sarayı olan Mşatta Sarayı, kulelerle güçlendirilmiş bir surun ortasında yer alır. Mşatta Sarayı’nın içinde de Yunan ve İran etkisi taşıyan zengin bezemeler vardır.
Emevîlerden kalan bir başka yapı biçimi de bir tür han olan ribat idi. Bir surla çevrili olan ribatlarda odalar, ambar, ahır, sarnıç ve gözcü kuleleri bulunuyordu. Uzun y
olculuklar sırasında konaklamak için kullanılan ribat, aynı zamanda küçük birer askeri üstü.

ABBASİ SANATI VE SAMARRA CAMİ


Samara Ulu Camii minaresi.
İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslamlıkta her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi safların geniş tutulması isteği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine camilerde enine mekân tercih edilmiştir. Plan formunun ihtiyaçtan doğması gibi, mihrapminber,minare türünden mimari ögeler de İslamlığın gelişmesine paralel olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır.
Abbâsîlerden önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbâsî halifesi Mansur’un kurdurduğu Bağdad şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk Bağdad şehiri daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle çevrelenmişti. Şehrin dört kapısına bulundukları yöndeki komşu şehirlerin adı verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami şehrin merkezinde yer alıyordu. 766 yılında yapılan Bağdad Ulu Camii kerpiç duvarlı, ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapıydı. HalifeHarun Reşid, 808’de yapıyı planını değiştirtmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892’de Abbâsîlerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdad şehrinin bu dönem yapılarından günümüze, ilk camiye ait basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir.
Samarra, Dicle kenarında Bağdad’ın yakınındadır. Bağdad’ın dairesel ve düzenli planı burada yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır. Dicle kıvrımlarına paralel olarak uzanan şehrin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular, Abbâsî cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından Abbâsî hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugâh şehri” olarak kurdurulmuş.
Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır.

Samarra’ın ikinci büyük camii olan Ebu Dulaf Camii, 860 yılında yapılmıştır.Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü.
Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu kabartmalarda iki farklı teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak kuvvetli bir kontrast etkisi sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur. Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır. Bu teknik daha önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Hint Veda Toplumu,Ellora ve Acanta Mğaraları

HİNT VEDA TOPLUMU

HİNT VEDALARI

Vedalar, Aryan din edebiyatının tamamını içine alan bir terimdir. Hinduizm dinine inananlar için kutsaldırlar ve yine bu dine inananlar için açığa çıkmış bilgidirler. Veda kelimesi bilgi manasına gelir ve farkında olmak manasına gelen wit sözcüğüyle aynı kökene sahiptir.
Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi civarında ortaya çıkmışken, en eski metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Fakat birçok Hint Bilimciye göre metinler yazılmadan önce uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttu.
Vedalar 4 ana bölüme ayrılır:
  1. Samhitalar
  2. Brahmanalar
  3. Aranyakalar
  4. Upanişadlar
Samhita'lar genelde mantralardan oluşur ve 4 bölüme ayrılır:
  1. RigVeda
  2. SamaVeda
  3. YajurVeda
  4. AtharvaVeda
Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır, Aranyakalarda artık ritüelizm değil tamamen sembolik anlamlar açıklanmaya başlanır.
Aranyakalar ve özellikle "Veda'ların sonu" (Vedanta) olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması mantralara göre çok daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" kabul edilir ve Hint felsefesi konusunda en önemli kaynaklardan biridir.
Samhitalardan en değerlisi ve en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara tazim için yazılmış 1017 ilahi vardır, her ilahi 10 kadar âyetten oluşur, bunların ayrı bir edebî vezni olduğu için yüksek sesle okunur, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır:
"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Orada mıydı, derinliklerine ulaşılamaz engin Umman? Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu.
Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık, ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu.
Başlangıçta ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını.
Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Veda 10:129)
SamaVeda, melodiler vedasıdır. Kurban esnasında rahipler bu ilahileri okurlar.
YajurVeda'da, Kurban ile ilgili sözler ve dualar bulunmaktadır, bir kısmı nesir, bir kısmı da manzum olarak yazılmıştır. Kurban esnasında alçak sesle okunur.
AtharvaVeda, dinî ayin ve törenlerde okunan dua ve yakarışları ihtiva eder, 730 ilahiden oluşur. Kozmik, mistik parçalar ve büyü ile ilgili dualar vardır.

KADİM HİNT ÖĞRETİLERİ : VEDALAR



"Önce ne varlık vardı ne de yokluk, ne hava vardı ne de ötedeki gökyüzü, neydi onu saran? Neredeydi? Kimin himayesindeydi?
Ölüm de yoktu o zaman, ölümsüzlük de. Geceye ya da gündüze ait olan herhangi bir belirti yoktu, Tek olan soluk olmadan soluyordu kendi iç gücüyle, bundan başka da hiçbir şey yoktu. Karanlık vardı, her şeyi saran bir karanlık ve her şey ayrışmamış haldeki Ummandı o zaman, boşluğun sakladığı o, gayrete geldi ve var oldu. Başlangıçta ilahi aşk meydana geldi, Gönül’ün ilksel tohum hücresini oluşturdu, Rişiler gönüllerinde araştırma yaparak keşfettiler varlığın yokluktaki bağlantısını. Belli belirsiz bir çizgi varlığı gayri varlıktan kesip ayırdı..." (Rig-Vedalar)
Hinduizmin kökeni Batıdan gelen Hint Avrupa kökenli Aryan istilacılardır. Tantrizm gibi yerel dinleri baskı altında tutmuşlardı, ancak zamanla eski halkların inanç ve adetleri yavaş yavaş yüzeye çıkarak bir şekilde Hinduizmle karışmıştı. Hinduizmin en önemli tanrıları arasında ateş tanrısı Agni' ve güneş tanrısı Surya'dır. Zamanla Yaratıcı Brahma, Koruyucu Vişnu ve Yok Edici Şiva ile bir üçlü kurulmuştur. Aslında Brahma, Vişnu ve Şiva üçlüsü tek bir tanrının farklı yüzleridir. Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu ve Şiva yok edici olarak evrenin yaratılış, var oluş ve yok ediliş sürelerinin kozmik hâkimini gösteriyordu. Bunlar dengede bir birliktelik sağlayan birin üç ayrı sütunu, eşkenar üçgenin her bir kenarı idi.
Veda sözcüğü, vid “bilmek” eyleminden türetilmiştir ve "kutsal, dinsel bilgi" manasına gelir. Birçok Hindu, Vedaların yaratılışın başından beri var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 civarında ortaya çıkmışken, en eski metinler yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Ancak metinler yazılmadan önce; uzunca bir süre devam eden bir sözel gelenek mevcuttur. M.Ö. 15.y.y.’dan itibaren tarih sahnesine çıkan Vedalar zengin bir tefekkür dünyası sunmaktadırlar.
Veda'lar 4 ana bölüme ayrılır:
1) Samhitalar: İlahi, sihir, melodi ve kurban bilgisini içerir. Samhitalardan en eskisi olan Rig-Veda'da doğa güçlerinin kişileştirilmesi olan Tanrılara ilahiler vardır, anlatımlar üzeri kapalı yoğun sembolizmle bezenmiştir ve anlaşılmasının oldukça zor olduğu kabul edilir, Rig-veda'da, hayatın anlamına, evrenin başlangıcına ilişkin felsefi çıkarımlar da bulunmaktadır. Bu başlıkta kendi içerisinde dörde ayrılabilir:
1) Rigveda: İlahi bilgisi. Bu bölümdeki bazı bölümlerin 10 bin senelik olup Osiris efsanesinden bile eski olduğu düşünülmektedir, Güneş-Tanrı’ya söylenen ilahilerde sembol olarak “Her Şeyi Gören Göz” yer almıştır.
2) Atharvaveda: Sihir formülleri bilgisi
3) Samaveda: Melodi bilgisi
4) Yacurveda: Kurban bilgisi
2) Brahmanalar: Düzyazı metinler. Bunların içeriği ilahi bilgiler, kurbanla ilgili gözlemler, kutsal seremonilerdeki pratik ve mistik anlam ve önem'dir. Brahmanalarda dini törenlerin özellikleri ve sembolik manaları anlatılır.
3) Aranyakalar: Bu metinler, azizlerin, tanrı, dünya, insanlık üzerine düşüncelerini ve eski Hint felsefesinin izlerini yansıtır. Brahmanalara ek olarak yazılmış metinlerdir.. Orman Metinleri de denir
4) Upanişadlar: Sözsel anlamı gurulara yaklaşmak, yakınlaşmaktır. Hinduizmin vedalarının son kısmında yer alan eklerin adıdır. Ormana çekilmiş ve münzevi bir hayat yaşayan kutsal adamların müritlerine aktardıkları, bazen de sade öğretilerden oluşmuştur. Ormana ait bilgiler ve gizli öğretiler diye de adlandırılmaktadır. Huzur ve arınma yolunda daha çok fiziksel ve somut adanmışlıklar içeren ve öneren vedalara bir tepki olarak, evrenle birlik hali ile içsel huzur ve dinginlik arama yolunda daha ruhani patikalar ve biçimler arayan öğretilerin bir toplaması olduğuna inanılmaktadır. Veda'ların sonu “Vedanta” olan Upanişadlar (M.Ö. 800- M.Ö. 400) daha felsefi ve mistik yapıdadır, anlaşılması daha kolay olduğundan "Vedaların en önemli bölümleri, zirvesi" olarak kabul edilir.
Upanişad, mistik yapıdaki kutsal kitaplardır, sözcük anlamı "yanıbaşına oturmak" anlamına gelir. Bu metinler geçmişte Hindu Rişilerinin yani Peygamberlerin öğrencilerine öğrettiği gizli bilgilerdi. En eski Upanişadlar M.Ö. 800–700 yılları arasında yazılmıştır. 13 temel Upanişad Hindu felsefesinin ve mistisizminin en büyük ve en önemli kaynağıdır.
Bütün Upanişadlarda öğretilen temel öğreti, bütün evrenin Tanrı olduğu, Atman olarak adlandırılan insan ruhunun da aslında Tanrı'nın bir parçası olduğu ve öldükten sonra su damlasının okyanusla birleşmesi gibi insanın da Tanrı ile birleşeceği, onda özümsenip Tanrı'da yok olacağı onunla bir olacağı doktrinidir. İnsanın yüksek benliği Tanrı ile birdir düşüncesi hâkimdir ve zaman zaman Baykuş simgesi ile sembolize edilir.
Upanişadlar’da değişik düşünürlerin değişik dönemlerde yazdıkları metinlerdir. Kişiyi cehalet bağlarından koparan ve en yüksek amaç olan özgürlüğe ulaştıran tanrı bilgisi olarak geçmektedir. Upanişadlar’da ters yaşam ağaçları prensipten tezahüre doğru yoğunlaşmayı simgeler.
Upanişadlarda şöyle geçer: "Brahman her şeydir. Evrende var olan bütün görüntüler, arzular, duyular Tanrı’dan zuhur ederler. Tanrı’yı tanımak için, kişinin kendisi ile kalbinin derinliklerinde gizli bulunan Tanrı’nın aynı Varlık olduğunu idrak etmesi gerekir. Kişi, ancak bu şekilde ölümden kurtulur. Bütün bu evren Brahman'dır. Her şey O'ndan çıkar, ondan kaynaklanır. Her şey O'nda erir, O'nda çözülür, O'nda yok olur. Ve her şey “O” ile devamlılığını sürdürür. O, en üstün olandır, bütün duyuların ve düşüncelerin ötesindedir. Her şeyin özünde Atman vardır Brahman, her insanın yüreğindedir."
Buda’nın öğretileri ile Vedalar arasındaki ilişki Eski Ahit ile Yeni Ahit arasındaki ilişkiye benzemektedir. Tarihte daha önceden söylenmiş sözler bilinmeden, yeni düşünceler idrak edilebilinemez. Her yeni yazılı olarak ortaya çıkan kadim tradisyon, uzun zamandır uygulanan sözlü geleneğin sonucudur. Tüm öğretiler çok kısa bir zamanda ortaya çıkmışlar gibi gözükseler de aksine, yüzyıllar boyunca nesilden nesile, ağızdan ağıza aktarılarak meydana getirilmiş büyük bir birikimin sonuçlarıdırlar.
Hintliler için bu kitaplar kutsaldır, ancak Buddhistler için kutsal değildir. Buddhistler göre Vedalar, Brahmanlar tarafından değiştirilmiş ve yanlışlarla doldurulmuştur.
Hintliler, insanın özünün tanrıdan bir parça olduğuna ama bunu fark edemediğine inanırlar. İnsanların çoğu bir tek ömür boyunca bu farkındalığa erişemezler şeklinde düşünülür. Ruh ölümden sonra yeni bir vücutla dünyaya geri döner ve son evrim çağına kadar da yenilenmeyi sürdürür; sürmekte olan bu ruh göçüne oluşum çarkı Samsara denir. Bu terim, ruhun değişik dönüşüm aşamalarından geçmesi yani reenkarnasyon çarkıdır. Osho da bu çarktan farkındalıkla sadece evrenin büyük tanığı olarak çıkılabilinir demektedir. Bencillikten vazgeçme, Tanrı sevgisi, bedenin ve zihnin gücü, insanın kendisini bilmesi olmaksızın, bu yolda başarıya ulaşılamaz. Gerçekle cesaretle yüzleşebilmek geleneği tüm ezoterik sistemlerde mevcuttur.
  Vedalardan bazı alıntılar :
“Ötelerin ötesidir, Brahman, yücelerin yücesi. Başlangıçta yalnız O vardı. Adlar değişik, kalıplar ayrı, cevher tek; Brahman. Ama Brahman dışında başka bir kâinat da var, benliğimiz Atman.”
“Işıklar içinde doğarsın Agni ( Ateş Tanrısı)
Dünyaya ışıklar saçarsın.
Göklerde, sularda, toprakta Sen varsın”

"Hakikatten daha yüksek bir öğreti yoktur." Vedalar
Gerçeği arayış, bir olan bilgiyi arayış; kendimizi ön plana çıkarmadan, öğretiyi ön plana çıkarır. Yeni hiçbir şey söylemiyoruz, sadece birlikte hatırlıyoruz. Her birey kendi aydınlanmasını kendi yolunda yaşar ama kadim ezoterik bilgelik birdir. Bu yol zor ve meşakkatlidir. Ne mutlu zoru seçip ışığı arayanlara...

ELLORA VE ACANTA MAĞARALARI


Mağaralar Bombay’in 400 km kuzeydoğusunda yer alır. Ellora’da kayalara oyulmuş 34 görkemli mağara, dik kayaların arasında pusuya yatmış heykellerle bezenmiş. Bunların arasında tapınaklar, koridorlar ve platformlar yer alır. Ajanta’nın dikkat çeken unsurları ise bulunduğu yerin muhteşemliği ve daha önce burada yaşayan 200 Budist rahip tarafından duvarlara boyanmış büyüleyici resimler.




Ajanta mağaralarının tarihi İÖ 200 yılına kadar gider. Rahiplerin toplantı ve yaşama yeri olarak düşünülmüş olan bu mağaraların duvarları Buda’ nın yaşamından esinlenen kabartma ve resimlerle bezelidir. Ellora’ da bulunan görkemli mağara, tapmak için Hint tanrısı Şiva’ya adanmıştır. İS 8. yüzyılda insan eliyle yapılmış olan bu mağaranın sunakları ve geniş toplantı odaları bulunmaktadır.Ajanta mağaralarının başlıca özelliği, en eski Budha resimleri ile Gupta döneminin başlıca resimlerini birleştirerek, Hint duvar resimlerinin en ünlü kalıntılarını kapsamalarıdır. Tapınak-mağaralar iki türdür:”Vihara’ lar ya da konut mağaraları ; “şayta”lar ya, da toplantı mağaraları. Toplam sayısı on dokuz olan bu oyma mağaralardan IX. Ve X. “şayta”nın duvarlarını süsleyen freskler çok eski Satavhana Dekan sülalesinin adı sanatının tek kalıntısıdır. İlk olarak kazılmış “şaytalar” ın her iki yanma sonradan oyulmuş “şaytalar” sa Gupta resminin en yüksek aşamasını gösteren örneklerle süslüdürler.