31 Aralık 2013 Salı

EKSPRESYONİST SANAT VE EDWARD MUNCH

                             

                            EKSPRESYONİST SANAT


Ekspresyonizm, (Dışavurumculuk) 20. yüzyılın ilk yıllarında, izlenimciliğe tepki olarak doğan bir sanat akımıdır. Romantizmin bir başka şekli olan anlatımcılık, dış dünyanın İnsan üzerindeki etkisini belirtmeyi bir yana bırakır, gerçekçi görüşün yerine, sanatçının kendine özgü görüşü üzerinde durur.
1900-1935 yılları arasında gelişen akım doğayı ve toplumu nesnel bir bakış açısıyla betimlemeye karşı çıkarak, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunmuştur. Özellikle Almanya'da sanat dallarının hepsinde etkili olan akım hem sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Ekspresyonistler ordu, okul, ataerkil aile ve imparatorluk gibi kurumların yerleşik otoritesine karşı çıkarak, toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, akıl hastalarının, sokak kadınlarının ve eziyet edilen gençlerin yanında yer almışlardır.Akım, özellikle yaratıcı, yetenekli sanatçılara yeni bir düzenin ve yeni bir insanın yaratılmasında öncülük yapma gibi ince bir görev yüklemiştir. Eski dönemlere ait sanat ürünlerinde, nahif ve ilkel sanatta ve çocuk resimlerinde ilk belirtileri görülen, dışavurumculuk; en yetkin ve güçlü anlatıma görsel sanatlarda kavuşmuştur. Çizgi ve renk doğadan bağımsız kılınarak duygusal tepkileri yansıtmak amacıyla olabildiğince özgür bir biçimde kullanılmıştır. Kalın boya hamuru, yoğun renk, karşıt değerler ve biçimleri bozma (deformasyon) dışavurumculuğun en tipik özellikleridir.
Vincent van Gogh'un resimle birlikte duygularını da anlatması nedeniyle bu hareketin öncüsü kabul edilir. 
 Vincent van Gogh'un kendi odasını resmettiği tablo

Empresyonizm, Kübizm, Fütürizm gibi akımlar, her biri başka açılardan birer dünya görüşünü ifade­ledikleri halde, asıl anlamları getirdikleri teknik ye­niliklerde idi. Oysa Ekspresyonizm, belli bir tekniği değil, özellikle kuzey memleketler sanatçılarına has bir tutumu ifade eder.
Ekspresyonizm resimde lirik, coşkun, kâh karikatürsel olacak kadar eğrilip bükülmüş formların, kâh dramatik bir havaya büründürülmüş bir atmosferin resim plânına geçişidir. Ekspresyonizm için her ko­nu, her tema başlı başına, "egosantrik" bir anlam ta­şır. Bu akım ötekiler gibi form, biçim güzelliğini ko­valamaz ve tablonun renkleri ile çizgileri arasında gö­ze uygun görünecek bir denklik, bir düzen bulma amacını gütmez. Plastik güzellik, bütünlük Ekspres­yonistler için bir son, bir finalite değildir. Önemli olan, konuyu, kıvrak, sinirli, biçimleri tırmalayan, sanki anatomi masasında bir bir deşen çizgilerle, disiplinsiz fırça vuruşlarıyla canlandırılan sert, çiğ, yüksek perdelerde haykıran renkleri barıştırmaktır. Bu bakımdan, yukarda da belirttiğimiz gibi. Eks­presyonizm, plastik olmaktan fazla karikatüral bir akım olmuştu. Ama bu karikatüral mübalâğa, gül­dürücü olmaktan uzak, aksine, çok kere trajik, dra­matik idi. Ekspresyonistler kadın vücudunu pervasız­ca çirkinleştiriyor, insan yüzlerini korkunç, iğrenç ifadeli karnaval maskeleri haline getiriyorlardı. Bu bakımdan Ekspresyonizmi Sürrealizmin korkulu rü­yalarına yaklaştırmak mümkündür.
Ekspresyonizmin temelini atan Norveçli ressam Edward Münch'dür. Kierkegaard'ın mariz felsefesine tutkun Münch, 1892 de Berlin'de açtığı bir sergi ile devrin donmuş, akademikleşmiş havasını birdenbire karıştırmıştı. Münch korkulu rüyaları, gece yanla­rında haykıran kadın figürlerini, yalnızlığı, ölümü, sonsuzluğa uzanan ıssız yolları, insanlığın acı duygu­larını tablolarında, çok mariz bir şairanelikle, canlandırıyordu. Yunan - Roma sanatının artık donuklaşmış formüllerini tekrarlayan Kuzey Avrupa çevreleri Münch'ün resim sanatına getirdiği bu bambaşka ha­va karşısında sarsılmışlardı.
Bu sarsılış, özellikle Almanya, Skandinavya, Hol­landa, Belçika gibi memleketler sanatçılarına bir ye­niden doğuş, bir Rönesans etkisini verdi. Münch'ün önderliği altında yavaş yavaş gelişen Ekspresyonizm, Kuzey Avrupa sanatının belli başlı bir akımı oldu.
Daha sonraları, Sigmund Freud’un psikanaliz üstüne araştırmaları Ekspresyonistlere etki alanlarını daha da genişletme imkânını sağladı. Freud insan ruhunun derinliklerini, seksüel komplekslerini deş­mek istiyordu. Buna paralel bir araştırma resimde mümkün olmamakla beraber Ekspresyonizm, figür­lere, yüzlere verdiği korkunç, endişeli, çalkantılı -obsessionel- ifadelerle kendine göre psikanalizdik bir ka­rakter veriyordu. Avusturyalı Oscar Kokoschka'nın tablolarında canlandırdığı yeşil yüzlü garip, çok kere korkunç figürler Freudizm'in sanat planındaki en il­ginç örnekleridir.

1928 de Meksika'da başlayan ve günümüze kadar bir çok değerli ressam yetiştiren Meksika ekolünün belli başlı temsilcilerini birer Ekspresyonist olarak ele alabiliriz. Diegog, Rivera, Oroszco, Siqueros, Ruffino Tamayo gibi Meksikalılar, Brezilyalı Segal, Portinari halk kitlelerinin sevgilerini, acılarını, ölümle pençeleşmesini dile getirdiler.
Belçika'da Permeke, Gustave de Smet, Van der Berghe, James Ensor, Almanya'da Emil Nolde, Kirchner, Georges Grosz, Max Beckmann, Hollanda'da Sluyters, Charley, Toorop, Fransa'da Gromaire, Soutine, Georges Rouault bu akımın belli başlı temsilci­leridir.
 Boyuna görüş, üslûp, teknik değiştiren Pablo Picasso bazı büyük kompozisyonlarında kudretli bir Ekspresyonist olmuştur. Picasso'nun bu stilde vücuda getirdiği en dikkate değer eseri büyük "Guernica" kompozisyonudur. İspanyol sivil savaşının bar­barlığını, yırtılıcılığını bu büyük pentüründe dile getiren Picasso Ekspresyonist akımının şaheserini sa­nat tarihine mal etmiştir.

                                             

                                            EDWARD MUNCH

Norveç’in kültürel ve siyasal yaşamına büyük katkıları olanDr.Christian Munch ve Laura Cathrine’in oğlu olan Edward, 1863yılında Löten’de doğdu.
Annesi 1868 yılında verem hastalığından hayatını kaybetti.Ardından1877 yılında kız kardeşi Sophie’yi de aynı hastalıktan kaybeden Edward çocukluğunda ve gençlik yıllarında yaşadığı bu ölüm korkusundan hayatı boyunca kurtulamadı.
Daha çocuk yaşlarda resme yatkın olduğu anlaşılan Munch resim eğitimi görmedi.1879’da başladığı mühendislik eğitimini, 1880’de bırakarak ressam olmaya karar verdi.
Oslo’da akademiye girdi ve 1883’de Oslo Sonbahar Sergisi’nde ilk olarak resimleri sergilendi.Henüz 23 yaşındayken Oslo’da 110 eserden oluşan ilk kişisel sergisini açtı.1889 yılında devlet bursuyla,Paris’deki Leon Donnat’ın sanat okuluna girdi.
1892’de Berlinli Sanatçılar Birliği’nden aldığı davetle Almanya’da 45 yapıtını sergiledi.1908’deki ruhsal bunalımı ile Berlin’deki ilk sergisi arasında geçen 16 yıl Munch’un sanat yaşamındaki en önemli dönemdi.Bu dönemde yaşadığı yoğun ve tutkulu duygularının acısını ve bunaltılarını çizgisel bir üslupla işledi.
Ünlü resmi olan “Çığlık” (1893) modern insanın ruhsal acılarının simgesi haline geldi.Kullanılan renkler ve deformasyonun bir ifade aracı olarak böylesine yoğun şekilde kullanıldığı ilk modern başyapıt olma özelliğini kazandı.

1909’da sinirsel depresyon nedeniyle kliniğe yatırılan Munch sonunda Oslo Fjod’u ’de yerleşti.
1930’da göz hastalığı nedeniyle çalışmaları yavaşladı.Fakat hem Jugendstil sanatçıları hem de Ekspresyonistler tarafından bir usta olarak kabul edilen Munch, sürrealistler tarafından da onurlandırılarak sergilerine alındı.

“Doğa’nın büyük Çığlığı’na karşı duyarlı oluşu ve en büyük acı ifadelerini kullanması Munch’un ateşli bir aşkla aydınlanan bir tür karanlığı işlemesine engel olmadı” ve 1944 yılında Norveç Ekely’de hayatını kaybetti.
Önemli eserleri:Hasta Çocuk(1886), Ölüm Odası(1892), Ölüm Döşeği(1895), Ölü Anne(1899), Çığlık (1893), Elem (1896), Erkek ve Kadın(1898), Öpücük (1897), Hayat Dansı(1897-99)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder